

Otobiyografim
8 Şubat 1987 Pazar günü saat 16’da sanki acelem varmış gibi, altı buçuk aylıkken Malkara/Tekirdağ Gazibey mahallesi künk çeşme sokağı no:7 de dünyaya gözlerimi açmışım diyemeyeceğim, çünkü anlatılanlara göre bir buçuk kiloluk, tırnakları olmayan, kulakları yapışık ve de o kadar acele ettiği halde gözlerini bile açamayacak kadar halsizmişim, eee tabii sizler kadar olmasa da bende altı buçuk aylık pek de kısa sayılmayan yoldan gelmişim, benim çok sabırsız olduğum daha o zamandan belliymiş!
İyi gelmişimde ne olmuş, işte sizlerde halimi görüyorsunuz (acele ettiğime değseydi bari). İlk üç dört ay ablamlara göre ağlamayı bile beceremiyormuşum (kapı gıcırtısı gibi) çocukluk işte. Eee altı buçuk aylık doğan çocuktan ne beklenir. Yaşamam bile bir mucize aslında. Tıp bana “yaşamaz” gözüyle bakmış (Hayatımdaki ilk doktoruma göre). Bir yerde tıpa meydan okumuşum. Siz siz olun hiçbir işinizde acele etmeyin görmüş geçirmiş birinden size nasihat...!
Fiziki halimden dolayı gitmediğimiz doktor kalmamış. İstanbul da Örnoram özel kliniğine bir yıl süreyle her hafta Salı, Perşembe, Cumartesi. Çapa Tıp Fakültesine ayda bir, Edirne’de, Edirne Tıp Fakültesine bir yıl her Salı günü, tedavi edilmek üzere ailem tarafından taşınmışım, Bulgaristan da bir ay, Çorlu da Çinli akupunktur tedavisi görmüşüm. 2004-2007 yılları arası Arnavut bir doktor gelip gitti. O tarihten sonra da özel merkezlerde tedavilerime devam ediyorum. Anlayacağınız daha bebekken evliya çelebi olmuşum ama işte Tıp’ın bana yapabildikleri veya yapamadıkları ile aranızdayım ve sizlerin beni bu halimle aranıza almanıza ve benim durumumu bana unutturduğunuz için hepinize sonsuz teşekkürlerimi sunmadan edemeyeceğim.
Altı yaşında Mehmet Akif ana okuluna gittim. Birinci sınıfı orada okuduktan sonra. İkinci sınıftan da beşinci sınıfa kadarda İrfan Macar ilköğretim okulunda geri kalan üç seneyi de Atatürk ilköğretim okulun da okudum.
Orta okul bitti ve liseye geldim. Lise 1’de fen alanından bir derste tarihimde ilk defa 100 aldım (kimya). Tek lise 1’de değil lise 2’de de ilkler var. Edebiyat tan 80, fizikten 10, karnede ilk 1 gibi.
Kısaca lise böyleydi. Üniversite yılları ise hemen, hemen aynı gibiydi (notlar bakımından). ÖSS (tabii o zamanlar LGS yok) sınavının tercihlerini Sakarya üniversitesi (SAÜ) Adapazarı Meslek Yüksek Okulu (ADAMYO) İnternet Destekli Öğretim (İDO) Bilgisayar Teknolojisi ve Programcılığını (BTP) seçtim ve bitirdim.
Lakabım tospa. Bu lakabın takılış nedenleri çok. İlki arabamda 3 vitesten ilki tospa olması.2.si arabamı kullanırken eğildiğim zaman tospa ya benzemem. Sonuncusu da yaptığım her işi ağır yavaş yaptığım için. Bence 3 nedende doğru (eee bir şeyi 40 defa söylerseniz olurmuş kim bilir kaç kere söylendi). Kabullendim de size ilk okul 5 ten beri bir şey söylenirse kabul etmekten başka çareniz kalmıyor. Tospa hayvanını severim sessiz sakin kendi halinde kimseye zara vermeyen bir hayvan olduğundan.
Şu lakapla o kadar ün yaptım ki. Bir gün arkadaşı telefondan arıyorum “ben Burak” dedim. “Hangi Burak” dedi “Tospa” dedim “hah öle söylesene be oğlum” dedi. Adımdan çok bu lakap kullanılır. İyide oluyor geçi dünyada bir sürü Mehmet Burak var ama hiç benim kadar akıllı bir tospa yok.
Ben sporun her dalını severim. Futbol, Basketbol, Bilardo, Tenis, Formula 1, Boks, boks kendi üzerimde oynanmadığı sürece izlemeyi severim kısaca sevmediğim spor dalı yok.
Sevdiğim dersler fizik ve kimya. Atom ve kuvvetlerle oynamayı seviyorum. Daha doğrusu maddeye merakım var. Çoğu kişi fizik ve kimyayı “çok zor” görür. Ben ise sadece “zor” görüyorum. Çalışınca yapılacağına inanıyorum. Hem zor olsa bile ben zoru severim. Sevmekte zorundayım zaten. Bende kolaya kaçtığım yerler var ama çoğu zaman zorluklarla mücadele ediyorum.
Müzik seçmem yabancının müziği, Türk sanatın müziği ve rap hiç fark etmez. Bilgisayarımda her tür müzik var. Ve hepsini severek dinlerim. Yemek seçmem dayak ve zehir hariç tabii ki.
Kendim diye söylemiyorum insanları güldürürüm. Çok iyi dert dinlerim. İnsanları iyi anladığıma inanıyorum (onlar beni anlamasa da). Aynı zamanda iyi sır tutarım. Bilmiyorum bu yazıyı okuyanlar neler düşünür (üüüüfff Burak çok sallamışın diyenleriniz varsa eğer kusura bakmayın o kadarda olsun kendimi yağlayayım değil mi?).
Kolay kızmam, kızamıyorum çünkü her insan kendine göre haklıdır (her zaman) kendini onun yerine koyduğunuzda dahi iyi anlıyorsunuz. Hatta öyle ki suçun bazen sizde olduğunu anlıyorsunuz. Nasıl ki her olayın bir iyi tarafı bir de kötü tarafı varsa… Yani irtibatı koparmam.
Acıya dayanıklıyımdır. İnsan bağırmaktan da bıkıyor artık. İkinci paragraftaki adı geçen tedaviler beni açıya dayanıklı ses çıkarmaz hale getirdi. 2004 senesinde bir doktora gidiyordum. Bir gün doktor “ben bu işi 20 senedir yapıyorum bu çocuk kadar sesiz çocuk görmedim onun çektiği acıyı bir ben bide Allah biliyor” demiş ve eklemişti “sen insan değilsin”. Dedim ya zoru severim diye oda bunun bir parçası.
Çok kuvvetliyim eee ne olacak doğumumdan beri beyinler, polenler, arı sütleri, vitaminler, yemediğim hiç, hiç, hiçbir şey kalmadı. Sindirim sistemin son halkası hariç her şeyi yediğime inanıyorum. Bunları bir kediye verseniz aslan olur. Aslan kadar olmasa da gene o kadar varım. Ama şimdi küçükken yediklerimden tiksiniyorum. Kendi kanımı bile içtim (tospa kanı). Şifa olacak umuduyla doktor görünümlü şarlatanlar ve üfürükçüler sayesinde. Yediğim/içtiğim her şeyin faydası vardır eminim ama attıkları taş ürküttükleri kurbağaya değmedi.
Bilgisayarı ve kendi arabamı iyi kullanırım. Bilgisayarcı nasıl yazı yazdığımı gördü çok şaşırdı. Eee ağzında bir kalemle yazdığımı görünce… Fiziksel farklılığımı başka bir yerde farklılık göstererek kapatmak zorundayım (başardığıma da inanıyorum). Bana yetecek kadar bilgisayarda hızım da var bana yetiyor. Arkadaşlar ve ailem hayatı kolay hale getiriyor. Onlar olmasa hayat benim için çekilmez hale gelirdi.